Günümüzde insan olmanın çok ağır bedeli var..
Ya parçası olacaksın alçaklığın ya seni parçalarlar..
Oysa insan olmak, çoğalabilmektir başkalarıyla..
İnsansın, birinin canı yanarken senin de canın yanıyorsa!

Ataol Behramoğlu

Adı Emine
Şehirde sürekli hareket halindeki kalabalıkların gökdelenlerin arasında dolaşırken birden kendimi karşı caddede buldum.
Şehrin bu kesimi daha sakin burada hengâme yok. İleriden okulun bahçesinde teneffüste koşuşturan çocukların sesleri duyuluyor. Buradaki binalar birbirlerine o kadar yakın ki pencerelerden dışarıya bakarken karşı komşunun ne yaptığını rahatça görebilirsin. Çoğu bina zamanın yıpratıcılığına yenik düşmüş, sıvalar dökülmüş, duvarlar çatlamış ve boyalar solmuş. Balkonlardan rengarenk yeni yıkanmış elbiseler beyaz fanilalar aşağıya sarkıyor. Yol kotundan biraz aşağıdaki evin penceresinde ferforje demirinin arasına sıkıştırılmış vita kutusunun içerisinde yeni açmış beyaz ve pembe renkli sardunyalar var.
Sokak kapısının taş eşiğinde oturan yaşlı bir teyze torununa “fazla gürültü yapma” diye seslendi. Yanında orta yaşlı bir kadın ellerinde çay bardakları birlikte mahallede olup bitenlerden, çocuklarının torunlarının hallerinden, geçmişten konuşuyorlardı.
Mahallenin bakkalının hemen yanında hediyelik eşya ve giyim satan küçük bir dükkâna girdim. Etrafa bakınmaya başladım. Dükkânın bir köşesinde şehrin resimlerini gösteren kartpostallar vardı. Hiç acele etmeden kartpostallara baktım; beğendiklerim kirli ve buruşuktu. Dükkân sahibi ilgimi çektiğimi görünce bana birkaç dakika beklemeyi kabul edersem depoya giderek düzgünlerini getireceğini söyledi. Ben ayakta dikilip daha cevap bile vermeden dükkânı bana emanet ederek gidiverdi. Birkaç dakika sonra karısı girdi içeriye. Kırklı yaşlarında, orta boylu halk tabiriyle balık etli bir kadın. Gülümseyen bir yüzü vardı. Bakışlarında kararlı bir ifade mevcuttu. Hayatın ona getirdiği tüm zorluklara rağmen dimdik ayakta durabilen kadınlardaki ifadeye sahipti. Bu tip insanlar mahalledeki herkesin derdiyle ilgilenirler, ihtiyaç sahiplerine yardım etmeye çalışırlar.
Eşi gelene kadar konuşmaya başladık. Şehirden nefret ediyordu. Fazla kuruydu, fazla tozluydu, fazla soğuktu, fazla çıplaktı. Memleketinin ormanlarını özlüyordu. Akarsularını, bahçelerini falan filan.
“Ben bunları özlemiyorum” dedim, duruşumu belli etme kararlılığıyla. “Bence burası harikulade. Sizin bahçelerinizi sevmiyorum, ekili tarlalarınızı sevmiyorum. Ben burayı seviyorum…dedim. Oraları gittiğim tatillerde seviyorum başka zaman değil”
“Burası fazla kalabalık” dedi. Tiz bir sesle. “Buradaki sosyal yaşantı sizin oralarda yok” diye cevap verdim. “Ben oralarda sıkıntıdan patlarım. Tatil zamanı yaşamak çok güzel ama tatil dönüşü etrafta kimse kalmayınca yaşam ölüyor. Şehir hayatı kalabalığı gökdelenleri ile bana göre çok güzel”
“Beyefendi” diye konuşmaya devam etti, bu kez hiddetle. Öfkeden burnu morarmaya başlamıştı. “Medeniyet umurumda değil” dedi.
Neyse ki o anda içeriye elinde kartpostallarla kocası girdi. Adama içtenlikle teşekkür ettikten sonra birkaç kartpostal satın aldım. Bir an durup minnetimi ifade edebilmek için başka ne satın alabilirim diye etrafıma bakındım. Kadın elinde çocuk giysileri ve patikleri tutuyordu onları şefkatle okşadı. “Teşekkür ederim, çocuğum bu yaşları bitireli uzun yıllar oldu, daha torunumda yok” dedim. “Fakat çok güzel hediye olur” dedi. Kocası bunu duyunca kulak kesildi. Söze başladı.
“Bunları hayırsever mahallemizin hanımları örüyorlar. Eşim kampanya başlattı. Kampanya kapsamında kimsesiz çocuklar için yüzlerce giysi ve patik örüyorlar. 0-3 yaş grubu çocuklar için eşyalar hazırlıyorlar. Hazırlayan kişilerde ihtiyaç sahibi olduklarından hiç olmazsa masraflarını karşılamak için biz de dağıtılan eşyalardan bir kısmını burada satışa sunuyoruz.” Dedi. Kadının elinde tuttuğu patik ve çocuk giysilerinden bir düzine kadar satın aldım.
Adam “burayı seviyor musunuz? Diye sordu, bana beğeni ile bakarak.
“Harikulade bir yer dedim. Ben burada doğdum ömrümde gördüğüm en güzel toprak parçası. Hayatımın kalanını da burada geçireceğim”
“Bizler yıllarca burada olmamıza rağmen hala alışamadık. Şehrin kaosu bizi her geçen gün yutuyor.”
Kadın gülümseyerek “yine gelin” dedi. Adam alışveriş önemli değil bugün ramazan niyetliyim, bayramdan sonra gelirseniz birlikte çay içeriz, olur mu?” Adamın elini sıktım, karısını içtenlikle selamladım.
Dışarıda şehrin gürültüsüne karıştım. Kalbimden bir şarkı koptu. Brianna’dan Lost in İstanbul. Şehri seviyordum. Kalabalığın içinde kayboldum.
08.03.2025
Şevket M. Oğuz