Cumartesi Sohbetleri 65 yıllık bekleyiş: Ahşap filin içindeki çocuk
Cumartesi Sohbetleri 65 yıllık bekleyiş: Ahşap filin içindeki çocuk
Günler geçtikçe, ben hep aynı yerdeydim. Bir köşede. Yanımdan geçen ayak seslerini tanırım artık. Bir zamanlar minik olan adımlar, şimdi ağır ve düşünceli. Ben değişmedim. Ama o büyüdü. Bakışları derinleşti, elleri daha temkinli oldu. Eskiden içime bırakılan şeyler şimdi sadece birer anı. Ama ben hâlâ buradayım. Bir zamanın tanığı, bir duygunun taşıyıcısı.
Bazen sabah ışığı üzerime vurur. O an, geçmişin gölgesi düşer içime. Bir gülümseme, bir ses, belki bir şarkı mırıldanması. Hepsi bir zamanlar buradaydı. Şimdi de burada devam ediyor.
Benim görevim bitmedi. Belki artık içime bir şey konmuyor. Ama hâlâ bir şeyler saklıyorum. Bir sevgi, bir bağlılık, bir teşekkür.
Ben buradayım. Ve onun içindeki çocuk hâlâ benimle.
Ben bir filim. Ama öyle ormanda dolaşanlardan değil. Benim gövdem ahşaptan. Zamanla koyulaşmış, dokunuldukça parlamış. Sırtımda bir kutu var, üstünde bir yarık. İnsanlar bana “kumbara” diyor. Ama ben kendimi bir bekçi gibi görüyorum. Sessizce duran, kimsenin fark etmediği ama herkesin bir şeyler bıraktığı bir bekçi. Ahşap gövdemin içinde bir boşluk değil, bir bekleyiş var. Her madeni para bir ses. Her ses bir hatıra. Ben sadece bir eşya değilim. Ben bir çocuğun umuduyum. İlk günümde, bir çocuk beni eline aldı. Küçüktü. Gözleri merakla doluydu. Adımı sormadı ama bana baktığında bir şey söyledi: “Sen benim ilk hediyemsin.” O an anladım, ben sadece bir eşya değilim. Ben bir başlangıcım.
Bir gün içimdeki bozuklukların bir hayale dönüşmesine yardımcı olmak benim en büyük arzum.. Belki o çocuk büyür, içimdeki paraları bir tren bileti yapar. Belki bir kitap alır. Belki sadece bir dondurma. Ben de böylece o hayalin bir parçası olurum.En büyük korkum unutulmak. Bir gün bir çekmecede sıkışıp kalmak. Tozlanmak. Kimsenin artık içime bir şey bırakmaması. Çünkü ben boş kaldığımda, içimdekiler susar.Dünyadaki yerim küçük. Ama anlamlı. Ben bir çocuğun ilk sabrıyım. İlk bekleyişiyim. İlk “yarın” duygusuyum. Her bozuklukla biraz daha büyüyen bir sessiz umut.
Ruh hâlim dingin. Ama tetikte. Her ses, her düşen madeni para, içimde bir his yaratıyor. Ben o hislerle yaşıyorum. Her biri bir hatıra. Her biri bir umut.
Bugün yeniden gün ışığı gördüm. Bir çekmecenin içindeydim. Üzerimde toz, içimde hâlâ sesler vardı. Bir el beni tuttu. Tanıdık ama büyümüş. O çocuk büyümüş. Gözleri hâlâ merakla dolu ama artık başka şeyler arıyor.Beni çevirdi, baktı. “Sen hâlâ buradasın,” dedi. İçimdeki bozukluklar yerli yerindeydi. Hiç harcanmamış. Belki unutulmuştum. Ama içimdeki hayal unutulmamış. Çocuk beni aldı. Evin kütüphanesinin en üst rafına koydu. “Artık hep burada kal” dedi.Ben bir zaman kapsülü değilim. Ben bir bekleyişim. Ve bekleyişim sona ermedi. Çekmecede unutulmadım. Bugün yeniden umutlandım. Belki bu kez içimdeki paralar çocuğa aktarılır. Belki yeni bir hayale dönüşürüm. Belki sadece bir hatıra olurum, ama hatırlanmak bile yeter.
Seni ilk kez bir bankanın loş ışıklı odasında duydum. Bir adam vardı—gülümsemesi telaşlı, gözleri gururlu. “Yeğenime,” dedi. “İlk hesabı. İlk hediyesi.” Beni bir paketin içine koydular. O an içim boştu. Ama o boşluğu sen dolduracaktın. Eve geldiğimizde, sen doğum günü pastanı üflememiştin daha. Ben, kahverengi bir paketin içindeydim. Amcan beni masanın üzerine koydu. Sen gözlerini pakete çevirdin. O bakışta bir şey vardı: Merak, sevinç, biraz da anlam verememe. Paketi kucağına koydular. Açtın. Amcan heyecanla elindeki ahşap file kumbara denildiğini biriktirdiğin paraları üstümdeki yarıktan içeri atacağını anlattı. Sonra parmağınla sırtımdaki yarığa dokundun.
İşte o an seni tanıdım. Sen sabırlıydın. Ama sabrını hep içinden yaşardın. Paraları biriktirirken konuşmazdın. Ama ben her düşen madeni parayla senin hayalini duyardım.Bir tren sesi, bir kitap kokusu, bir dondurma gülümsemesi.Senin alışkanlıkların sessizdi. Her akşam aynı saatte bana bir şey bırakırdın. Ama bazen sadece dokunurdun. O dokunuşta bir şey vardı: Bir gün büyüyeceğini bilen bir çocuk.
Senin sırlarını biliyorum. Mesela bazen içimden aldığın paraları sayar fazlasını geri koyardın. Çünkü karar veremezdin. Gitmek mi, kalmak mı? Harcamak mı, biriktirmek mi? Ben o kararsızlığın bekçisiydim. Benden beklentin neydi bilmiyorum. Ama ben senden hep bir şey istedim: Beni unutma. Boş kalabilirim, ama unutulmak başka bir şey. Unutamadığım bir anın var: Bir gün pencere kenarına beni koymuştun. Dışarıda yağmur yağıyordu. Sen bana bir şey söyledin: “Sen benim ilk yarınımsın.” O cümle hâlâ içimde…Zaman geçti. Çok uzun zaman. Ben hâlâ buradayım. Evin en güzel köşesinde. Ne bir çekmecede unutuldum ne bir rafta sıkıştım.Ben görünürüm. Ama sessizim. Ben oradayım. Yine de biliyorum: unutulmadım. Üzerimde hiç toz birikmedi. Yanımdan geçenler bana ara sıra dokunsa da gözleri bazen üzerimde durur.
O çocuk büyüdü. Ama ben hâlâ onun ilk hediyesiyim. İlk sabrı, ilk bekleyişi, ilk “yarın” duygusu. İçimdeki bozukluklar artık yok. Ama onların bıraktığı izler hâlâ içimde.Bir tren sesi, bir kitap kokusu, bir dondurma gülümsemesi…Hepsi hâlâ benimle.
Ben bir hatırayım.
Bir zamanın şekli.
Bir amcanın sevgisi.
Bir çocuğun hayali.
Ve en güzeli:
Unutulmadım.
Unutulmadım, ben hâlâ yaşıyorum.
Ben bir filim. Ama artık sadece kumbara değilim, senin ilk yarınıydım, şimdi senin geçmişinim. Ama hâlâ buradayım.
Not: Fotoğraftaki rahmetli sevgili amcam Mehmet Oğuz’un bana doğduğum gün aldığı fil kumbara. Işıklar içinde uyusun.
08.10.2025
Şevket M. Oğuz


Share this content:








Yorum gönder