Mucizelere inanır mısın?
Ben inanıyorum.
Belki de inanmayı tercih ediyorum.
Alice gibi Harikalar Diyarında bir tavşanı takip ederek, başka dünyalara gidebilirim.
Veyahut Martı Jonathan Livingston gibi çok yükseklere uçar, mucizeme doğru kanat çırpabilirim…
Geçmişe ait bir çiçek kokusu ile sarhoş olup,
rıhtımda çay içerken gökyüzüne gizli bir kapı açabilirim.
Ya da yıllar sonra dinlediğim bir şarkı, zihnimi başka bir zamana ışınlayabilir bir anda.
Belki de duygusal bağlantı alanlarında düşerek kendimi incitebilirim.
Ya da bir gülüş.
Benim için her şey bir mucize, hayal, umut, rüya ve hikaye… Kalbimde tüm bunlar için hala biraz yer var. Yazdığım her satırı, onu okuyanı, hikayesiyle bir ana, bir hisse götürsün diye yüreğimde taşıyorum.
Çünkü sadece benim değil yaşayan veya yaşamayan her insanın, her nesnenin bir hikayesi vardır.
Kahvaltı Hikayeleri de onlardan biri.
George Orwell bir kitabında şöyle der; “Özgürlüklerini savunmayanların ödedikleri bedel ağırdır.”
Benim hikayem hiç özgür olmadı ki. Hep maviye tutsaktı.
Her neyse işte…
Ne büyük şans bazı insanları tanıyabilmek ve paylaşabilmek… Bence en önemlisi de paylaşabilmek…
Dünüm, bugünüm ve yarınım…
Belki de tüm gizem bu satırlarda.
Hepimizin en sevdikleriyle buluştuğu, hayatı paylaştığı, baharda yeni doğmuş kuzular gibi zıplayarak, içinin içine sığmadığı, kelebeklerin karnından hiç eksilmediği, hevesle yaşayacağı bir ömrün şerefine kadeh kaldırdığı, tüm duygularını çekinmeden ortaya döktüğü, dertleştiği, gülüştüğü, ağlaştığı, kahkahalar attığı, karmakarışık duyguları gözbebeklerinde ışıl ışıl hayat gibi yansıttığı insanlarla güzel yarınlara…
İyi ki var olduk…
Kahvaltı Hikayeleri