Garip, puslu bir hava…

bir yandan kar diğer yandan yağmur, ötesinde sen…

            Bir piyano sesi, ince bir keman sesine karışıyor. Aklımda şiirler ve öyküler dans ediyor… bir tipi geliyor sen gidiyorsun. El sallayamadığım onbir otobüsün arkasına takılı kılıyor gözlerim.

Hiç biri sen değilsin, bekleyen ben değilim.

            Biliyorsun, ben o kaldırımı mesken tutmuşum, Bir paket sigaranın anasını ağlatmışım, ayaza inat bağrım açık gözlerim kısık seni beklemişim. Bilemedim ki; deniz seviyesinin inadına bir mezarlık macerasına atılacağını.

Görmemek için gözlerimi ölülere koşacağını.

            Kulağımda sensiz bir şarkı senden bahsediyor; “…haberin yok…” anlamıyorum. Anlamak istemiyorum. Nasıl bilmez yüreğimdeki yangını, nasıl bilmez içimdeki aşkı ve acıyı. Anlamıyorum. Martılara koşuyorum. Seni anlatıyorum sessizce… onlar da sessizce dinliyor… ama İstanbul inadına bas bas bağırıyor…

            Yine mi kar yağıyor. Yeter artık bu kış artık kar yağmasını istemiyorum.  Bilmiyorsun değil mi. Aynı kadın bana istersen mesaj bırak diyor. O da anlamıyor beni. Ben mesaj bırakmak değil konuşmak, bağırmak, küfretmek, haykırmak istiyorum. Rüzgarla işbirliği içerisin de yüzüme vuran her bir kar tanesinin hissettirdiği acıları sana anlatmak istiyorum… Neyse artık saat geç oldu.

            Bırakıyorum beklemeyi. Durağı asıl sakinlerine bırakıp içimde damla damla süzülen acılarımı da alıp yola düşüyorum. İnsanlar koşuyor ben dizlerimin üzerin de sürünüyorum. Dükkanlar bir bir kapanırken ben açılıyorum kaldırımların karanlık soğuk taşlarının üzerine. Bir kum tanesi olmayı diliyorum o kaldırım taşlarının altında. Binlerce kişinin ezdiği. Yeter ki sen ezme ezme beni.

            Artık yoruldum. Beklemek ve bekletmek istemiyorum. Yüreğim kaldırmıyor bu kadar acıyı. Sessiz kalmak, öfkelerimi içime kusmak, yüreğimi parçalamak istiyorum. Sen sessiz kaldın. Hani verdiğin o söz..

            Ben öldüm….

           Sen  Hoşçakal…….

Kahvaltı Hikayeleri ®©