
Benim ismim Enlil dünya dışı bir gezegenden geldim. Gezegenimizin ismi çok uzun bunun için kafanızı karıştırmak istemem. Aslında nereden geldiğimizin o kadar önemi yok. Biz 16 dişi 16 erkek olmak üzere 32 kişiydik.
Dünyaya geldiğimizde ilk olarak denize indik çünkü denizde yaşayan yunus ve balinalar bu gezegendeki en yüksek bilince sahip yaratıktılar. Biz okyanusa girerek yaşamak ve izin almak zorundaydık. Neden? Çünkü bu gezegen yunuslara ve balinalara aitti ve gezegen dışı bir ırkın farklı bir bilinç sistemine girebilmesi için, galaktik bir kanun gereği, izin alınması gerekmekteydi. Gezegen tamamen su ile kaplıydı ve memeli deniz hayvanlarından başka yaşam yoktu. Dünyada sadece iki büyük ada vardı. Bu kara kütlelerinin üzerinde insan benzeri ama insan olmayan yaratıklar yaşamaktaydı. Biz uzun süre denizde yunuslarla kaldık en sonunda karaya çıkmaya karar verdik.
Gondwanaland karasına çıktık. Gondwanaland tüm dünyanın beşte biri büyüklüğündeydi. Daha kuzeyde Laurasia vardı. Başka bir kara parçası yoktu.
Karaya çıktığımızda yarı insan yarı balık şeklindeydik. Bir zaman sonra aşağıda anlatacağım olaylar sonucunda tamamen insan olduk. Evrilmeden önce boyumuz beş metreydi. Mavi gözlerimiz, sarı saçlarımız ve pembe tenimiz vardı. Eşsiz görünümlerimize ek olarak geniş ve sağlam yapılıydık.
Denizin içinde yaşarken 135 m yüksekliğinde 215 m taban uzunluğunda bir piramit inşa ettik. Piramit’i yeryüzüne çıkardık. Çıktığımız karada yeni bir ırk ya da türler yaratmamız gerekiyordu. Piramit’te taştan yapılmış bir oda oluşturduk. Odanın ortasına taştan bir küp yaptık. Küpün ortasında 120-150 cm boyunda 90 cm çapında bir ateş yaktık. Buradan elde ettiğimiz beyazımsı mavi renkteki ışık saf bilinçti. Küp ise bizlerin insan adı verilen yeni evrim yoluna çıkabilmemiz için yaratılmış gezegensel rahimdi. Bizler bu oluşumun içinde 16 erkek, 16 dişi evlendik. Doğrudan Piramit’e, oradan rahme ve alevin yanına gittik. Bizler her şeyin ışık olduğu anlayışına sahiptik. Duygular ve düşünceler arasındaki bağlantıyı anlamıştık. Alevin çevresine yüzlerimiz yukarıya bakacak şekilde ve başlarımız alevin merkezine dönük erkek ve dişi dönüşümlü olarak oturduk. Alevi içimize aldık ve gezegensel rahim ile birleştik. Bizler dünya ile yeni ırka gebe kalarak orada hiç hareket etmeden yaklaşık 2000 yıl yattık. Nihayet 2000 yılın sonunda ilk insanlar olarak doğduk.
Sizlere kim olduğumuzu ve bizi neyin getirdiğini anlatmak istedim. Gelecek nesiller için bir mesaj bıraktık, ama arkamızda bıraktığımız bu mesajları sizlerden gizli tuttuk. Bu anlatılanlar anlaşılması zor bir yazı ile -aslında bu konuştuğumuz dildi- yazıldı. Ama sizler bunu hiçbir zaman anlayamadınız. Granit taşlara oyulmuş bu yazılarda anlatılan hikâye yukarıda anlatılan yaratılış öyküsüdür.
(*) Enlil Sümerlerin rüzgâr, hava, yeryüzü ve fırtınalar ile ilgili Antik Mezopotamya tanrısıdır.
Sümerler, Enlil’i insanlara merhamet eden; ülkeye bolluk, bereket ve gönenç getiren babacan bir tanrı olarak tasavvur etmişti. Enlil’e adanmış bir Sümer ilahisine göre hiçbir tanrı onun ihtişamına bakmaya cesaret bile edemezdi. Aynı ilahiye göre Enlil olmasa “hiçbir kent kurulamaz, hiçbir ev yapılmaz”, medeniyet var olmazdı. En eski belgelerde, “tanrıların babası,” “göğün ve yerin kralı,” “bütün ülkelerin kralı” olarak tanıtılan Enlil, “kızgın fırtına”, “vahşi boğa” ve “tüccar” olarak da tanımlanıyordu. Mezopotamyalılar Enlil’i; yaratıcı, baba, kral ve en yüksek rütbeli efendi olarak tasavvur etmişlerdi.
Yukarıda kurgu yaparak anlattığım yaratılış öyküsünü kadim Sümerliler tabletlerinde anlatmışlardır.
Normalde tarihsel bir olayın en eski kaynağına büyük güven duyarız. Mısır hiyerogliflerinden de eski olan Sümer yazıları elimizde bulunan en eski yazılardır. Geçmiş hakkında bildiklerimizden emin olduğumuzdan, kadim Sümerlilerin anlattığı hikâyeyi kabul etmek çok zordur. Hikâye o kadar inanılması güçtür ki bilim adamları doğru olması gerektiğini bilmelerine rağmen inanmakta zorluk çekmektedirler. Gerçekten de en eski kaynak budur! Bu derece inanılmaz olan, çok eski, kadim bir kaynaktan gelmesi nedeniyle bunları kabul etmek zorunda kaldık. Kabulü zor olsa da Sümer tabletlerini çözerek, onların doğa hakkında bilinmesi imkânsız olan bir çok gerçeği bildiklerini gözlemledik.
Sümerliler de kültürlerinin başlangıcından beri dış gezegenlerden haberdardılar. Bilinen en eski kültür olan Sümerliler- M.Ö.3800 yıllarına kadar geri gider- dış uzaydan güneş sistemimizin nasıl göründüğünü biliyorlardı. Tüm diğer dış gezegenleri bildikleri gibi, güneş sistemimizin dışından geliyormuş gibi, bu gezegenleri dıştan içe doğru saymışlardı. Sümerliler de sanki uzayda onların yanından geçiyormuş gibi, değişik gezegenlerin göreceli boyutlarını, nasıl göründüklerini, üzerlerindeki suyu, bulutların rengini detaylı olarak tanımlamışlardır. Bütün bu detaylar M.Ö. 3800 yılında tanımlanıyor! Bu gerçektir. Nasıl mümkün olabilir? Yoksa başlangıcımızla ilgili gerçek anlatıldığı gibi değil mi?
NASA, uzay araştırma aracını dış gezegenleri incelemek üzere göndermeden önce, Sümerologlar onlara gezegenlerin uzaydan görünüşü ile ilgili Sümer tanımlarını gönderdiler. Ve tabii ki, uydu her birine ulaştığında, Sümer kayıtlarının tamamen doğru olduğu meydana çıktı.
Diğer bir örnek; Sümerliler, ekinoksların ileri doğru hareketini kültürlerinin başlangıcından beri biliyorlardı. Dünyanın güneşin etrafındaki yörüngesinde 23 derece yatık olduğunu ve tamamlanması yaklaşık 25,920 yıl alan dairesel rotasyonunu biliyorlardı. Dünyanın yalpalama yaptığını anlamak için bir gözlemcinin çıplak gözle 2160 yıl boyunca gökleri izlemesi gerekir. Hiçbir teknolojik alet kullanmadan bu süre 2160 yıldır ve Sümerliler bunu medeniyetlerinin ilk gününden beri biliyorlardı.
Nasıl biliyorlardı? Hepsi kil tabletlerde yazılıydı. Bu kil tabletlerden öyle çok olağanüstü bilgi gelmektedir ki, bunların bu günkü genel düşüncemiz tarafından bile anlaşılabilmesi çok zordur.
Tarih kitaplarının yazdığına göre Musa Tekvin’i (Genesis) yaklaşık 3250 yıl önce, M.Ö.1250 yıllarında yazmıştır. Bilinen budur… Ancak, Sümer tabletleri, Musa’dan 2000 yıl önce yazılmış olmasına rağmen, İncil’in ilk kısmı ile hemen hemen kelimesi kelimesine aynıdır. Bu tabletlerde, Adem’le Havva’nın yanı sıra tüm kızlarının ve oğullarının isimleri, yani Tekvinde anlatılan tüm olaylar vardır. Musa bu bilgileri yazmadan önce, bunlar yazılmıştı. Bu, Musa’nın Tekvinin yazarı olmadığını ispatlar. Yahudi ve Hıristiyan topluluklar bu gerçeği kabul etmekte muhakkak ki zorlanacaklardır, ancak bu doğrudur. Bu kabul edilmiş bilgilerin, Sümer tabletlerinden alındığı aşikardır. Din kitaplarında Sümer tabletlerinden alıntı yapılarak anlatılanlar, tabletlerde bize aktarılan gerçeklerin çok küçük bir parçasıdır.
Son söz: Allah kopyacılardan bizi korusun Âmin
11.01.2025
Şevket M. Oğuz