Bu fotoğrafı geçtiğimiz günlerde Hacıosman metrosunda çektim. Eve geldiğimde fotoğrafa bakarken aşağıdaki öykü çıktı. Sizlere keyifli okumalar.
Gurbetin Yolcusu
Kısa kumral saçlı Asya, metronun açılmayan kapısına dayadığı valizinin üzerindeki beyaz yatak yastığını aldı ve oğlunun yanına oturdu. Yastığı kucağına koydu. Çok titizdi. Nerede olursa olsun kendi yastığından başka yastıkta uyuyamazdı. Oğlu da öyle yetişmişti onun ki valizin içindeydi buna yer kalmamıştı. Krem rengi montunun beyaz kürklü yakası, soğuk hava koşullarına direniyor gibiydi. Gözleri telefona odaklanmıştı, parmakları ekranda hızlıca dolaşıyordu; belki uzaklardan bir haber bekliyordu, belki geçmişe dalıyordu. Belli değildi. Geçmişe daldı.
Geçmiş
Asya, üç katlı ahşap evin odasının camına başını yaslamış, dışarıdaki rüzgârın kaldırdığı sonbahar yapraklarını izliyordu. Bir yanıyla huzur dolu olan bu ev, onun bildiği tek yerdi. Ama diğer yanıyla içindeki sıkışmışlık büyüyordu. “Burada hep anne ve babamın yanında kalamam” diye düşündü…
Annesi, eski koltukta örgüsünü örerken ona dönüp tebessüm etti. “Bazen uzaklara gitmek, aslında kendini daha iyi anlamak demektir,” dedi yumuşak bir sesle. Asya, bu sözlerin ne anlama geldiğini tam olarak kavrıyordu ama yine de annesine bir şey demedi.
Odadan gelen hafif bebek ağlaması Asya’yı düşüncelerinden çekip aldı. Oğluna doğru yönelirken içindeki karmaşa dalgaları yükseldi. Çocuğunun ihtiyaçlarına yetişmeye çalışıyor, kendi üzüntüsünü bastırıyordu. İçinden, “Burası bizim için güvenli ama buraya sıkışıp kalamam,” diye geçirdi.
Bu evin duvarları bir zamanlar güven doluydu, ama artık kaçışı olmayan bir labirent gibi geliyordu. Eşi Koray’ın ani kalp krizi sonucu vefatı, onun dünyasını bir anda alt üst etmişti. Hayatları bir günde değişmişti; bir sabah Koray gülerek işe gitmiş, bir daha geri dönmemişti. Asya elinde küçük bir bebekle dul kalmış, kendini anne ve babasının yanında bulmuştu. Mecburdu. Hem yeni doğmuş bebeği büyütmek hem de kendi yaralarını sarmak için bir yere sığınması gerekiyordu.
Bazen geceleri oğlunu kollarında sallarken, Koray’ın yokluğunda yalnız hissettiği anlarda, gelecekte ne yapabileceğini düşünürdü. Ama sonra bu düşünceler yerini, her sabah yeniden başlamaya zorlayan bir kararlılığa bıraktı. Asya kesin bir karar verdi: Büyük şehre taşınacak ve kendi ayakları üzerinde duracaktı. Yüreğinde korku vardı, ama kararlılık daha ağır basıyordu. Oğlunun geleceği için bu adımı atması gerektiğini biliyordu.
Şimdi
Gür saçlı küçük çocuk, bir elinde Hamidiye su şişesi diğer elinde çekirdekleriyle sessizce oyalanıyordu. Annesinin telefonuna odaklanmış olduğunu fark edince, çekirdeklerin bir kısmını avcunda sıkıp yüzüne muzip bir gülüş yerleştirdi. Asya, o an farkına varmasa da oğlunun bu saf neşesi onun tüm yüklerini hafifletiyordu.
Asya’nın yanında oturan orta yaşlı adam, lacivert pardösüsü ve zarif bağlanmış kaskoluyla dikkat çekiciydi. Onu en çok tanımlayan şeyse, gözlerindeki derin anlamdı. Bir süre onları izledikten sonra hafifçe gülümsedi ve Asya’ya dönerek konuştu. “Bu şehrin ritmi herkesi yutar,” dedi. “Ama unutma, her iniş bir başlangıçtır.”
Asya, biraz şaşkın, biraz da merakla adama baktı. “Sanırım alışmak zaman alacak,” dedi düşük bir sesle. Adam anlayışla başını salladı. “Zaman alacak,” diye tekrarladı. “Ama yalnız olmadığınızı bilmek önemli. Bana sorduğunuz gibi ineceğiniz istasyon Taksim olmalı, değil mi?”
Asya’nın gözleri büyüdü. “Evet,” dedi. Adam, hafifçe içini çekerek devam etti. “Üç durak sonra ineceksiniz. Orada hayatın başka bir yüzü var. Bir zamanlar ben de sizin gibi, başka bir yerden gelmiştim buraya. Asya, telefonunu bir kenara bırakarak oğlunun saçlarını okşadı. Yaşlı adamın sözlerinde, onun kendi geçmişinden yankılanan bir şeyler vardı. Sanki bu yabancı şehirde bir tanıdık bulmuş gibi hissetti. “Teşekkür ederim,” dedi usulca, adamın gözlerine bakarak.
Adam, elindeki cep telefonuna bakarak konuşmasına devam etti. “Yolu bilmek yetmez,” dedi bir bilgelikle. “O yolda yürümek için cesaret gerekir. Ama bu küçük delikanlı,” diye çocuğa bakarak hafifçe gülümsedi, “size gereken tüm cesareti verecektir.”
Metro yavaşladığında, bir sonraki istasyon Taksim’e gelmişti. Asya, oğlunun elini tutarak ayağa kalktı. Orta yaşlı adam, onlara sıcak bir baş selamı verdi. Asya, gözlerinde beliren minnetle bir kez daha adama baktı, ardından oğluyla birlikte elinde valizi yastığını tutarak istasyona adım attı. Bu şehir hâlâ bir sırdı, ama her adım, çözülmesi gereken bir bilmecenin parçasıydı. Ve belki de bu kez, yolu doğru bir şekilde bulabilecekti. İstanbul, artık onun evi olacaktı.
Sonra – Hayallerin gerçekleşmesi
Asya’nın oğlu, bir gün ona büyük bir mutlulukla dönüp şöyle diyecekti: “Anne, mimarlık fakültesini kazandım!” Asya, onun gözlerindeki ışığı gördüğünde tüm mücadelelerinin karşılığını aldığını hissedecekti. Bu büyük şehirde kendine bir yer açmış, oğlunun hayallerine uzanan yolu aydınlatmıştı.
İstanbul sabahının serin havası, Asya’nın yüzüne hafifçe dokunuyordu. Taksim’de bir kafede otururken, elini sıcak kahve kupasına sardı. Metro tünelinde karşılaştığı orta yaşlı adamı düşündü. Acaba hâlâ o istasyonda insanlara yol mu gösteriyordu? Belki bir gün, ona rastlar ve “Haklıydın,” derdi.
14.06.2025
Şevket M. Oğuz