Yerinden kalktı. Babasına bir fincan kahve getirdi. Karşılıklı oturarak konuşmaya başladılar. Babası çılgınca debelenmesine rağmen, aynı yere çakılıp kalmış insanlardandı. Yakında emekli olacaktı. Bir zamanlar babası olmadan bir çok şey yapabileceğini düşünürdü. Şimdi bunun böyle olmadığını fark etti.
Babası kahvesini içip gitti.
Babasına bazı şeyleri anlatamadığını anladı. Geçen zaman ancak böyle değerleniyor; insanın geçmiş yaşantısı ancak böylece anlam kazanıyordu. Babası ile ilgili olayları anlatırken aslında onun nasıl bir insan olduğunu belli etmemeye çalışıyordu; aklınca asıl babasını kendine saklıyordu. Babasını daha doğrusu atalarını hatırladıkça kızıyordu. Akhilleus’un kaplumbağayı geçemeyecek olması gibi babası hiçbir zaman onu geçemeyecekti. Babasının ufkundaki arzular başkaydı kendi arzuları başka.
Babası ona “şansının peşinden fazla ateşli koşma, zira onu sollayabilirsin, o zaman da şans arkanda kalır” demişti. Babası bu kurala uymuş arzularına gem vurarak belli bir ahenkte yaşamıştı. Çok doğruydu. Tek yapabileceği arzularını bir daire içine almaktı. Ne yaparsa yapsın elinden kaçan arzularını yakalama anını kaçırdığında kaplumbağa onu devamlı geçecekti.
Babası Zeus cezalandırdığı için büyük bir kayayı dik bir tepenin doruğuna yuvarlamaya mahkûm edilen Sisifos’u kabullenmişti. Tam tepenin doruğuna ulaştığında kayayı her zaman elinden kaçırmıştı. O da vazgeçmeden her zaman yeniden başlamak zorunda kalmıştı. Babasına baktığında bunun boş bir çaba olduğunu ne kadar düşünse de kendisinin de hayatına bu şekilde devam ettiğini fark etti.
Burada onu asıl ilgilendiren Sisifos ’tu. Onun tekrar tekrar aşağı yuvarlanan kayayı sürekli tepeye taşıması gibi arzuları da sürekli yenileniyordu. Birisi bitiyor diğeri başlıyordu o da devamlı kayayı aşağı yuvarlayıp baştan başlıyordu. Bir hedefe bir kere ulaşıldıktan sonra her zaman yeni hedef oluşuyor baştan başlaması gerekiyordu.
Kulübedeki yaşlı adamı eninde sonunda ziyaret edeceğinin farkındaydı. Zaman öyle hızlı geçiyordu ki buna fırsat bulamamıştı. Birden kulübede yaşlı adamın yanında uyanıp onun müşfik bir sesle sorduğu şu soruyu duyana kadar “şimdi nasılsın memnun oldun mu?” yine şaşkın kafası karışmış bir halde “evet evet tabii” diye mırıldanıp yanındaki en değerli eşyaları olan babasının aldığı İsviçre çakısını ve çocukluktan beri sakladığı üç tekerlekli bisikletini verdi.
Yaşlı adam teşekkür etti ve “tüm arzularının gerçekleşip gerçekleşmediğini” sordu. Evet hayal ettiği arzularının büyük çoğunluğunu yakalamıştı. Hayal ettiği arzularının biri bitiyor diğeri başlıyordu. İşte o an fark etti. Arzunun amacıyla hedefi arasında oluşan farkındalık yoldu. Hedef nihai varış yeriydi, oysa amaç yapmayı istediği şey, yani yolun kendisiydi.
İhtiyara tekrar teşekkür etti. Oradan ayrıldı. Çevredeki köy evlerinin yanından geçerken akşamki patates yemeğini kaçırmama telaşındaydı.
Evet Sisifos haklıydı. Bir zamanlar babasını haksız yere eleştirmişti. Sisifos ’un paradoksu da burada yeter hedefine bir kere ulaşınca eylemin asıl amacının yolun kendisi olduğunu bir inip çıkmak olduğunu kavradı.
Yaşlı adamın kulübesine gelmesinin sebebi yaşam denilen oyunun hedefinin arzuların gerçekleşmesi değil buraya yapılacak yolculuk olduğunu anladı.
Eve döndü. Hafta sonu doğup büyüdüğü mahalledeki arkadaşları ile yıllar sonra eski spor kulübü binasında toplandılar. Uzun yıllardır arkadaşları ile buluşmamıştı. Gençlik anılarını konuşmaya başladılar. Yıllardır kullanılmayan demiryoluna paralel sokaktaki eski ıssız evden konuştular. Bu ev ile ilgili anılar gözünde canlandı. Mahallenin en güzel kızını o kullanılmayan eski evde öpmüştü. On beş yaşında ilk sigarasını orada içmişti.
Arkadaşları ona bu eve artık kimsenin girmediğini karanlık evin üzerinde bir lanet, erkekler arasında da oraya yaklaşmanın yasak olduğu konusunda üstü kapalı bir fikir birliği olduğunu söylediler. Eve girmenin ölümcül tehlike getirdiğini varsayıyorlardı. Evin perili olduğunu, evde yalnız yaşayan ve bütün davetsiz misafirleri öldüren bir delilin oturduğunu söylüyorlardı.
“Karanlık ev” ile ilgili bütün efsaneleri dinledikten sonra arkadaşlarına bu esrarengiz evi ertesi akşam araştırmak niyetinde olduğunu söyledi. Burası yıllarca önce bildiği bir yerdi. Arkadaşları bu sözlere sessiz ama yoğun bir hoşnutsuzlukla tepki verdiler.
Evin kapısı zorlanmadan açıldı, içeri girdi. Evin içinde soğuk bir hava dolaşıyordu, duvarlar yılların nemiyle kararmıştı. İçeri girdiğinde zamanın durduğunu hissetti. Zeminde toz tabakası içinde hemen hemen parçalanmış kilimlerden başka bir şey yoktu. Evin tavanının ortasında bir çok parçası kırılmış büyük bir avize boyun eğmiş şekilde kasvetli bir görüntü sergiliyordu. Koridorda ilerlediğinde çürümüş menteşeleri sallanan kapılar açık duruyorlardı.
Dışarıdan bakıldığında, karanlık ve ürkütücü görünen karanlık ev içerideki detaylarıyla birlikte geçmişten izler taşıyordu. Evin her köşesi duvarlarındaki yer yer dökülmüş sıvalar, zemindeki çatlaklar hepsi geçmişin izlerini taşıyordu. Bu ev yalnızca fiziksel bir mekân değil, aynı zamanda kaybolmuş zamanların ve hatıraların elde edilememiş arzuların taşıyıcısıydı. Ev boştu tehlike yoktu.
Ertesi akşam spor kulübünde arkadaşlarına zafer kazanmış bir edayla “karanlık ev” dedikleri yerin eski boktan bir harabe olduğunu esrarengiz ya da büyüleyici hiçbir yanı olmadığını söyledi.
Arkadaşları yıllar sonra aralarına tekrar katılanın yaptıkları karşısında telaşa kapıldılar. “Karanlık ev” yasaktı. Tehlikeliydi. Nostaljik arzularını çarpık anılarını yansıtabilecekleri hoş bir boş mekân işlevini görüyordu.
Yıllar sonra arkadaşlarına karanlık evin eski bir harabeden başka bir şey olmadığını alenen söyleyerek onların arzu mekanını günlük sıradan gerçekliğe indirgedi. Gerçeklik ile arzu mekânı arasındaki farkı hükümsüz eleştirmiş adamları, kurdukları hayal dünyalarını dile getirebilecekleri bir yerden yoksun bıraktı.
Karanlık evden çıktığında, doğduğu andan girilemez denilen “karanlık eve” girene kadar olan tüm alışkanlıklarını, bildiklerini, değerlerini, tüm makbul olanları reddetti. Karanlık evdeki gerçeği gördüğü anda yanılsamaların ve gerçeklerin farkına vardı. Bu reddedişin karşılığı olarak yüzünü aydınlığa dönmüş oldu. Arkadaşlarına gerçeği söyleyerek onların da gerçekliği bulmalarına yardımcı olmak istedi.
Arkadaşları dehşete kapıldı. Tam oradan ayrılacağı sırada arkadaşlarından biri hiddetle üzerine saldırdı. Yere kötü düştü ve az sonra da öldü.
Son söz: Franz Kafka’nın deyimiyle bitirelim “gerçeğe ancak gerçek dışından ulaşılır.”

01.02.2025
Şevket M. Oğuz

İki haftadır yazdığım gerçeklikten gerçeğe yazımda yararlandığım
Kaynaklar: (Anlatı sırasına göre)
Adalet Ağaoğlu- Yaz sonu
Robert Sheckley- Dünyalılar deposu
Sadık Hidayet- Kör Baykuş
Oğuz Atay- Babama mektup
Slavoj Zizek – Yamuk bakmak
Albert Camus – Sisifos Söyleni
Zenon- Paradokslar
Patricia Highsmith – Karanlık ev