Otobüs, bir rampaya yaklaşırken hızını kesti; bir tarla duvarının bitimine kurulmuş hayrat çeşmesi önünde durdu. (Eski Roma çeşmesi) Anayoldan içerlerdeki koy geride, denizin doğu ucu ilerdeydi şimdi. Otobüsün ön kapısından, sol omzunda büyücek bir torba çantayla indi. Yaşı belirsizdi. İnce. Asfaltın, tarla duvarı önündeki açıklıktan düzensiz çakıl taşlarıyla ayrıldığı çizgiyi izledi. Üç beş adım geriye yürüdü, otobüsün arka kapısına gitti. 0 kapıdan kendisine uzatılan yol çantasını aldı. Çantayı yere bıraktı, dikildi, bekledi. Bütünüyle durmamış motorun titreşimleri arttı. Tekerlekler yeniden döndü. Otobüs, kalan yolcularıyla rampadan aşağı usulca kaydı. Hemen de sağına uzun, geniş bir kumsalı ve denizi aldı. Deniz’e kocaman bir ağızla ulanan koyu, yoğun gölgeli, sık çamlık bir burnu aldı; doğuya doğru uzaklaştı.
Yerdeki çantayı aldı. Sırtını, karayolunun öteki yakasındaki alçak tepelere, şimdi iyice seyrekleşerek tek tük görünür olan köy evlerine döndü. Solundaki eğimde sıralanmış, beton, tuğla yığınları ile yapılmış köy evlerini geride bırakarak yürüdü. Şimdi o yapıları, bu yığınları görmüyordu.
Yolu, yüz-yüz elli metre kadar sağı solu, önü deniz olan küçük yarımadanın burnuna kadar gitti. Tek çınar ağacını geçti. Orada, burnun tam ucunda tek katlı küçük bir ev vardı. Adımlarını sıklaştırdı. Taşlarla dikenler arasında bir an tökezledi. Yıkık tahtalarla çevrili bakımsız bahçenin ortasındaki evden çok çirkin briket derme çatma bir kulübeydi.
İçerisinde bir yatak ve bir sandalye olan küçük odanın bir tarafında sokağa açılan kapısı vardı. Diğer tarafta, bir perdeli girintide, küçük bir tuvalet görülüyordu. Odaya gizli bir kaynaktan ışık geliyordu, belki de tavandan. Odada sandalye ve yataktan başka hiçbir şey yoktu. Kapıyı açtı. İçeriye girdi. Köyün terk edilmiş bir köşesinde, zamanın izlerini taşıyan bu kulübede yaşayan adam yatağın bir kenarına oturmuştu. Adam, gözlerindeki derin çizgiler ve yılların izlerini taşıyan hatlarla dolu yüzüyle ona baktı. Gözleri maviydi. Bakışlarında esrarengiz bir gizem vardı.
Yaşlı adamın tam karşısındaki sandalyeye oturdu ve ona “tüm arzularının gerçekleşeceği paralel bir boyuta nasıl gidebileceğini” sordu. Yaşlı adam “buna hazır mısın? Dedi. “Merak etme bu güne kadar hazırlamış olduğum ilaç sayesinde insanlar bu deneyimden çok memnun kaldılar. Paralel evrenden döndüklerinde yaşadıkları deneyimden tatmin oldular. Sen de memnun kalacaksın.” Diye devam etti.
“Bunun ücreti ne kadar?” Diye sordu. Yaşlı adam uzun grimsi sakalını sıvazlayarak ücret istemediğini sadece ona “en değer verdiği eşyalardan birisini arzu ederse bir kaçını vermesinin yeterli olacağını” söyledi.
“Merak etme bu deneyimi yaşayıp paralel evrenden dönenlerin çoğu yaşadıkları deneyimden tatmin olmuş vaziyette döndüler, hiçbirisi sonradan aldatılmış hissetmiyorlar” dedi.
Tereddüt etti. Yaşlı adam ona acele etmesine gerek olmadığını karar vermeden önce her şeyi düşünmesi gerektiğini söyledi. Teşekkür ederek kulübeden ayrıldı. Eve dönerken sürekli bu konuyu düşündü. Kısa sürede dünya hayatının sevinçlerine ve küçük dertlerine kapıldı.
Akşam saatleri henüz güneş tam batmamıştı. İşten eve geldi. Evi iki katlı üst katta sundurması olan taş ve tuğla malzemeden almaşık örgülü olarak inşa edilmişti. Zemin kat, üst kat ve çatı arasından ibaretti. Dededen kalma bu evde yaşamak ona ayrı bir keyif veriyordu.
Zemin kattaki mutfağa girdi. Akşam yemeği için hazırlığa başladı. Gözü mutfak penceresinden sokağa ilişti. Yolun karşısındaki arsada, çitlembik ağacının gölgesinde kamburu çıkmış bir ihtiyar ahşap taburesinde oturuyordu. Genç bir kız, hayır gökten inmiş bir melek, ihtiyarın karşısında eğilmiş, kulağına yakın bir şeyler fısıldıyordu. İhtiyar eliyle kulağını tutup onun anlattıklarını anlamaya çalışıyordu. Konuşma bitti. Kız doğruldu.
Kız tam karşısındaydı. Etrafıyla hiç ilgilenmiyordu. Bakıyordu ama öylesine. Dudaklarında tebessüm vardı. Sanki orada olmayan birini düşünüyor gibiydi. Onun ürpertici gözleri! İnsana sitem dolu bakan, ıstıraplı, garip, vaatkâr o gözleri gördü. İşte o an hayat ışığı bu karmakarışık anlamlar ile dolu berrak dairelerin çukuruna doğru çekildi. Bu cezbedici ayna, bütün varlığını insan zihninin anlamakta aciz kalacağı bir şekilde, doğaüstü bir ışığa sahip bu mest edici gözler onu hem korkutuyor hem de kendine çekiyordu. Yanakları kabarık, alnı yüksek, kaşları sürmeli, dolgun dudakları yarı açık!
Dağınık siyah saçları, mehtap gibi görünen yüzünü sarmış onu adeta yutuvermişti. Vücudunun inceliği ölçülü hareketleri cazibesi onu diğer insanlardan farklı biri olduğunu gösteriyordu. Tenine tamamen yapışık, kırışık, siyah bir elbise giymişti.
Pencereden bakışlarını uzaklaştırdı. Titremeye başladı. Arzu ve keyif karışımı bir titremeydi bu. Tatlı bir uykudan uyanmış gibiydi. Salona geçip koltuğa yığıldı. Başını iki elinin arasına aldı. Kaç dakika, kaç saat geçtiğini bilmeden derin arzular içinde kıvrandı. O gökten inen meleğin, evreni kuşatan o kızın, onu etkilemesi için bir bakışı yeterdi. En büyük arzusu onun aşkıydı. Bu alemde ya onun aşkını istiyordu ya da hiç kimsenin. O an kendinden geçti kızın hayaliyle derin bir uykuya daldı.
Mutfağın perdesine uzandı. Perdeyi aralayınca önünde hayatının tamamını kaplayan karanlık siyah bir duvarla karşılaştı. Pencere yoktu! Duvarın dört köşeli penceresi, adeta bir set gibi, duvarla bütünleşmişti. Sanki orada hiç pencere yokmuş gibi… Perdeyi iyice kenara çekti ve çılgınlar gibi duvarı yumrukladı. Mutfağın ışığını açtı. Işığın aydınlığında baktı, duvardaki pencereden eser yoktu.
Pencere olmayınca kız da kaybolmuştu. Sokağa çıktı etraf zifiri karanlıktı. Ama ondan en ufak eser yoktu. O zaman anladı. Onun bu dünyaya ait olanlar ile bağı olamazdı. Mesela saçlarını yıkadığı su eşsiz ve kimsenin bilmediği bir pınardan olmalıydı. Elbisesi ipek veya pamuktan dokunmuş sıradan bir elbise değildi. Onu maddi eller insan eli dikmemişti. O arzulanan seçkin bir varlıktı. Onu kaybettiğinde önünde penceresiz, bir taş duvar oluşmuştu. Hayatı boyunca beyhude ve yitik olduğunu hissetti. Pencere kapanmıştı. Bir daha arzuladığı kızı göremeyecekti. Gönlünden onu son bir kez görmeyi istedi.
Gecenin geç bir vaktinde arayışını sonlandırıp eve dönmeye karar verdi. Evinin kapısına ulaşınca siyahlar giyinmiş birisinin bir kızın evin önündeki eşiğe oturmuş olduğunu gördü. İyice yaklaştı. Gözleri siyah karartıya kaydı. Mehtap gibi parlak, zayıf yüzünde iki iri göz görünüyordu. Bakmıyor gibi görünen adeta insanın yüzünde donup kalmış bu gözleri tanıdı. Hayır yanılmamıştı. Bu oydu. Adeta yerinde donup kaldı. Yüzü gölgede kalmıştı. Görünüşe göre üzerinde bir korku hali yoktu, karşı koyma isteği de. İradesi dışında gelmiş gibiydi.
Evin kapısını açtı. Kenara çekildi. Kız ayağa kalkıp yolu bilen birinin tavrıyla eve girdi. Karanlık koridoru geçti, yatak odasına girip onun yatağına uzandı.
Yanılmamıştı. Odasına giren bu kız onun günlerce delicesine arzuladığı kişiydi. Bu ona sonsuz ebedi bir hayat verdi. O bu kızdı ama aynı zamanda onda insanüstü bir şey vardı. O arzunun kaynağıydı. Onu seyrederken bir titreme hali oluştu, dizlerinin bağı çözüldü. Onun sonsuz iri gözlerinde ebedi geceyi buldu. Onun korkunç büyüleyici karanlığına daldı. Kalbi duracak gibi oldu. Nefesini tuttu. Nefes almaktan ve onun bir bulut veya duman gibi gözden kaybolmasından korktu.
Kızın gözleri herkesin göremeyeceği olağanüstü bir şey gibi, adeta ölümü görmüş gibi, ağır ağır kapandı; göz kapakları birleşti. Yüzünde hareketsizlik vardı. Yüzü mehtap gibi parlaktı. Vücuduna yapışmış ince, siyah giysisinden bacakları, kolları, bedeninin tamamı görünüyordu. Yavaşça yatağın kenarına yaklaştı. Aşırı yorulmuş bir çocuk gibi uyuyordu. Şaşkınlıkla yüzüne baktı. Nasıl çocuksu bir yüz!
Heyecandan titreyen ellerini kaldırdı. Elini istem dışı saçlarına koydu. Sonra parmaklarını saçlarına daldırdı. Saçı soğuk ve nemliydi. Soğuk, tamamen soğuk adeta ölmüş gibi… Yanılmamıştı o ölmüştü. Elini göğsünden içeri soktu kalbinin üzerine koydu en ufak çarpıntı yoktu. Aynayı getirdi, burnuna tuttu. En ufak bir hayat belirtisi kalmamıştı.
Babasının onu dürtmesi ile uyandı. “Kapıyı defalarca çaldım ne derin uykun varmış. Paspasın altındaki anahtar ile içeri girdim” diyen babasının sakallı suratına baktı.
Dip not: Öykü bitmedi devamı haftaya
25.01.2025
Şevket M. Oğuz