Tam o sırada, fırtınanın içinden başka bir ruh belirdi: “Hayalperest.” Hayalperest, elinde eski bir defterle yazara yaklaştı. Defterde, yarım kalmış hikayeler, silinmiş satırlar ve karalanmış düşünceler vardı. “Benim görevim, senin göremediklerini göstermek,” dedi. “Bu yarım kalan hikayelerde kurtuluşun izleri var.”
Yazar, defteri aldı ve içindeki yarım kalmış hikayeleri okumaya başladı. Bir hikâyede, bir ressam kendisini bir labirentin içinde kaybolmuş buluyordu. Başka bir hikâyede, bir kâşif sonsuz denizlere açılıyor ve hiçbir kıyıya ulaşamıyordu. Hepsi yazarın geçmişte bıraktığı, tamamlayamadığı hikayelerdi. Ama bu sefer, hayalperest onun yanında duruyordu.
Fırtına devam ederken, yazar defterin sonuna bir soru yazdı: “Yaratıcılık benim kurtuluşum mu, yoksa kaosum mu?” Dört yaratıcı figürün ve hayalperestin sesi, odada yankılanmayı sürdürdü. Yazar, kendi hikayesinin sonunu yazmaya hazırlanırken, yaratımın bir yolculuk olduğunu ve bu yolculuğun her adımında kendi içsel çatışmalarıyla yüzleşmesi gerektiğini fark etti.
Fırtına yatışırken, yazarın zihninde geçmişin izleri belirmeye başladı. Defterine göz gezdirirken, sayfalar arasında eski bir mektup buldu. Üzerinde solmuş harflerle yazılmış bir isim vardı, onun için çok şey ifade eden, ancak uzun zaman önce unutmaya çalıştığı bir isim.
Mektup, yıllar önce aldığı ama hiçbir zaman açmaya cesaret edemediği bir mesajdı. Gençlik yıllarında tanıştığı bir öğretmeni tarafından gönderilmişti. O öğretmen, ona ilk kez yazmanın yalnızca kelimeleri bir araya getirmek olmadığını, aynı zamanda bir dünyayı inşa etmek olduğunu öğretmişti. Ancak yazar, zamanla bu dersleri unutmuş ve yaratıcı sürecini bir mücadeleye çevirmişti. Mektubu açıp açmamaya dair içsel bir çatışma yaşadı.
Fırtınanın yankıları arasında mektubu açtı. İçinde yalnızca bir cümle vardı:
“Yaratıcılık, yalnızca kelimelerin gücünde değil, onu yazanın yüreğinde saklıdır. Gerçek hikayeni yazmaya cesaretin var mı?”
Yazar, “var” dedi ve cesaretle defterdeki hikayeleri yeniden yazmaya başladı. Ressam, labirentin duvarlarını kendi resimleriyle doldurdu ve sonunda kendi eserlerinin içinde kaybolmaktan kurtuldu. Kâşif ise denizlerdeki her dalganın üzerinde kendi hikayesini bıraktı, artık bir kıyıya varmaya ihtiyaç duymuyordu. Ve yazar, bu hikayelerle birlikte, kendi kurtuluşunu buldu.
Fırtına dindiğinde, yazar masasında durdu ve dört yaratıcı ruha teşekkür etti. Türkmen’ in ‘nin basitliği, Karahan’ın gücü, Say’ın melodisi, Coşkun’ un derinliği ve Hayalperest ‘in rehberliği, yazarın hikayesini tamamlamasına yardımcı olmuştu.
Yazar, artık yalnızca kelimelerle değil, kendi hikâyesiyle de yeni bir dünya kurmaya hazırdı. Edebiyat ve sanat, bu anlamda hem bir yaratım süreci hem de bir ruhsal keşif yolculuğu olmuştu.
Hikâyeyi tamamladı, zihninde yeni bir yol belirdi. Gelecek planları, artık bir kaçış olmaktan çıkıp yaratımın sınırlarını genişletmek için bir amaç haline gelmişti:
• Bir kolektif kurarak yaratıcılarla bir araya gelecekti.
• Kendi eserini yayımlayacak, hikayesini dünyayla paylaşacaktı.
• Uzun bir yolculuğa çıkarak farklı hikayeleri keşfedecekti.
• Yaratıcı sürecini farklı formatlarda ifade ederek kelimeleri müzik, görsellik ve etkileşimle birleştirecekti.
Kendi Eserini Yayımlama: Fırtına sırasında yazdığı hikâyeyi tamamlayarak, onu bir kitap haline getirmek istiyordu. Bu kitap, sadece yaratıcılık üzerine bir hikâye olmayacak; aynı zamanda kendi içsel çatışmalarıyla yüzleşmesinin bir manifestosu olacaktı.
Yeni Bir Medya Yaratımı: Yazar, eserlerini yalnızca yazılı olarak değil, aynı zamanda görsel ve işitsel yollarla ifade etmeyi planlıyordu. Fırtınanın sesini ve Say’ın melodisini birleştirerek bir dijital sanat projesi başlatmayı düşündü. Bu proje, yaratıcı sürecin modern bir yorumunu sunacaktı.
Yaratıcı Bir Seyahat: Yazar, ilham kaynaklarını genişletmek için uzun bir yolculuğa çıkmayı planladı. Gittiği her şehirde bir hikâye bırakacak, her kültürde bir parça kendini bulacaktı. Murat Karahan’ın Cenova’sından başlayarak Fazıl Say’ın büyüdüğü Ankara’ya, Bekir Coşkun’un Ayvalığına ve Arda Türkmen’ in Forneria’sına kadar uzanacak bir rota oluşturdu.
Yazar, bu planlarla geleceğini şekillendireceğine inanıyordu. Fırtına sırasında aldığı dersler, yaratmanın yalnızca geçmişin yüklerinden değil, geleceğin belirsizliğinden de beslendiğini gösteriyordu. Her yazdığı kelime, geleceği inşa eden bir tuğla gibiydi.
Ve son olarak, geçmişten gelen mektubun ona sorduğu soruya bir soru ile cevap yazdı: “Yaratıcılık benim kurtuluşum mu, yoksa esaretim mi?”
Bu cevabı bulmak için yazmaya devam etti.
Son söz: Öyküdeki yazar kim? Yoksa biz miyiz? Yaşadığımız hayat bizlere acaba ne hikâyeler yazdırıyor bakın bakalım.
26.04.2025
Şevket M. Oğuz