Balonun ucundaki zaman
Hayal kurmayı ne zaman bıraktığımı hatırlamıyorum; ama tıraş bıçağı hâlâ aynı serinliği bırakıyor yüzümde. Her sabah aynanın karşısına geçip jiletin yüzümde bıraktığı serinliği hissediyorum. Jiletin serinliği, zamanın dokunuşu gibi—sessiz, keskin, geri dönülmez. Sakalımı tıraş ederken geçmişi düşünüyorum; yıllarca belediyede başkatip olarak çalıştım. Her dilekçeyi dikkatle okuyup mühürledim, her evrakı titizlikle dosyaladım. Emeklilikle birlikte o belgeler gitti ama düzenim kaldı. Beyaz gömleğimi ütüler, siyah yeleğimi giyer, sarı ceketimi omuzlarıma oturtur ve ceketim ile aynı renkteki melon şapkamı başıma koyarım. Bastonumu elime aldığımda, zamanın ritmi avuçlarıma dolar, geçmişin güvenli adımlarıyla sokağa çıkarım.
Bugün de meydan güneş ışığıyla aydınlanmış. Sarı zemin, yaşadığım biteviye hayatı anlatır gibi göz kırpıyor bana. Her adımımda bastonum hafifçe yere dokunuyor, içimde tanıdık bir ritim yaratıyor.
Meydan, her zamanki halindeydi. Güneş, toprak zemine altın dökmüş; rüzgâr, eskinin hikâyelerini tozlarla birlikte uçurmuştu. Adımlarım sesi sarı zemine yumuşakça karıştı.
Tam o anda, çocukların kahkahaları yankılandı. Meydanın ortasında siyah elbiseli satıcı kadın, bir demet renkli balonla duruyor. İki çocuk—bir kız ve bir erkek—balonları ellerinde sımsıkı tutmuş, iplerini çözmeye cesaret edemeden birbirlerine bakıyorlar. Küçük kız, mavi balonunu göğe kaldırıp hayretle izliyor. Yanındaki erkek çocuğu ise yeşil balonunun ipini biraz gevşetmiş, süzülüşünü dikkatle takip ediyor.
Önce duraksıyorum. Onları izlerken aklımda eski bir görüntü beliriyor: Babam, yıllar önce, bana bir balon almıştı. Ellerimde tuttuğum kırmızı balon, havada dans ederken ipini fazla gevşettiğim an yükselip kaybolmuştu. O günü hâlâ hatırlıyorum—bir çocuk için küçük bir kayıp, koca bir hüzündü. Balonun uçuşu ile yaşanılacak hayallerimde birlikte kaybolmuştu. Ondan sonra hayal kurarak yaşamayı bıraktım. Okul bitince memuriyete başladım.
Kadın bana bakıyor. Gülümsüyor. “Size bir balon vereyim mi?” diye soruyor.
Bir an sustum. Zamanın bir ip kadar ince, bir balon kadar hafif olduğunu hissettim. Çocuklar, ellerinde hayaller taşıyorlardı; ben ise, hayal kurmayı yıllarca önce bırakmıştım.
Tereddüt ediyorum. Balonlar çocuklara ait gibi gelir hep. Ama belki… belki insan yaş aldıkça kaybettiklerini geri almayı da öğrenmelidir. Başımı sallıyorum. Kadın, bana en parlak sarı balonu uzatıyor. İpini kavradığımda, içimde bir sıcaklık hissediyorum.
Çocuklar bu anı kaçırmıyor. Küçük kız merakla sordu: “Niye yeni balon alıyorsun? Senin balonun uçtu mu?” Başımı sallıyorum. “Evet, yıllar önce. Ama sonra, balonumu kaybetmek yerine hayallerime tutunmayı öğrenemedim.”
Erkek çocuğu ipini sıkıca kavrıyor. Küçük kız, mavi balonunu biraz daha yukarı kaldırıyor ama bırakmıyor. Onların bu küçük hareketleri, içimde koca bir değişimi tetikliyor.
O gün, geçmişimle barışıyorum. Kendimi sadece eski alışkanlıklar içinde kaybolmuş biri olarak görmüyorum artık. Gözlerimi gökyüzüne kaldırıp eski balonumun hayalini anımsıyorum. Belki de zaman içinde yitirdiğim şeyler bir gün geri dönebilir. Belki de çocukken kaybettiğim balonumun yerine artık yeni bir hikâye yazmanın vakti gelmiştir. Elimdeki balonu sımsıkı tutuyor bırakmıyorum.
Ve işte, tam da böyle, geçmişin hatıraları geleceğin umutlarına bağlanıyor. Ve o an anladım: İnsan, rüzgârla birlikte uçan her hatıranın yerine, yeniden bir renk ekleyebilir.
Son söz: Fikret Mualla bu tabloda dikkatli bakıldığında çocukların elindeki balonların ipini kesmiş fakat balonlar gökyüzüne uçmadan yerlerinde kalmış. Ben de öykümde ipleri kesip kesmeme konusunu sizlere bıraktım.
14.06.2025
Şevket M. Oğuz