Her planıyla muazzam bir hayat yaşamadım. Mükemmel olmak veya mükemmel yaşamak….
Ne zaman bir kitap okusam veya bir kedi sevsem, gözlerim takılsa gökyüzüne…
Ne zaman yağmurda biraz ıslansam, dalgaları seyre dalsam, rüzgarı hissetsem yüzümde yaşama sevincimi yeniledim…
Hayatın tüm renkleri ve tonlarıyla bizi taşıdığı. Yüzüme en güzel izlerini, saçıma beyazın en güzel tonunu bırakarak, hayatımızdaki gereksiz kalabalıklar gibi seyrekleştirdiği, beni benimle tanıştırdığı için çok mutluyum. Neyse ki bir ömrü kendimle, kendimi tanımak için geçirdim ve hâlâ böyle yaşıyorum. Saf kalmayanlara karşı duyulan özlemler yormasın sizi. Çünkü en çok değişen biz olduk. Duygusal ıssızlığım içerisinde ismi konmamış bir kaç satır da zaman gibi akmaya başlıyor.
Akan zamana direnebilen yüreğimde ve gözümde izi kalanlarla devam ediyorum nefes almaya…
Biraz biraz herşeyden…
Sanırım bildiğim en iyi şarkı henüz bestelenmedi. O şarkı hep içimde, dilimize düşmeyen, hani o akla bir turlu gelmeyen melodi gibi. Buz gibi de gerçekçi bir beste. İçimdeki kelebekler ve çocuklar o şarkıyı çok iyi biliyor.
Dans etmek istiyorum, dış dünyanın hayali karanlığından ziyade kendi gerçeklerimin çarpıcı aydınlığında bir duvar üzerinde sarhoş olmak istiyorum ve alkollüyken duvarın rengi de önemli değil.
Ve son bir heyecan ile gözlerin düşer aklıma, ruhumu ve şiirimi bıraktım o son mektuptaki gibi, senin beni unuttuğun gibi…
Sonrası hiç.
®©Kahvaltı Hikayeleri ®©