
Trajediye, acıya, hasrete, korkunç meydan okumalara rağmen, bazılarımızın ölmediğini fark ettim. Bazılarımız ölmedi… Peki ölmeyen bizler ne yapacağız?” diye sordum denize düşen aksime…
Bu ikilemlerin arasında yine bir gün kendimin, kendilerime yaptığım konuşmada;
Neresinde duruyorum kendi hikayemin bilmiyorum diye söylendim. Tam sahne benim dediğim an başrolde başkalarını gördüm sahnede. Hayat okkalı bir hareket çekerken lisanı münasip bir şekilde en naifinden ağır ağır sövdüm yüzüme yüzüme…
Her ne kadar izah etmeye çalışsak da derdimizi, pek aynı mütevaziliği gördüğümüz söylenemez.
Ara sıra konuk oyuncu olduğum başkalarının hikâyelerinde mutsuz çocukluğumun tekrarlarını yaşadığımı fark ettim. Hani kader gayrete aşıktır derler ama bazen ne yaparsan yap olmaz ve kader gayrete değil de o kader ya şekle ya da nakde aşık olur. Bazı hikayelerden iyi geçemiyor insan, çünkü o yollarda İstanbul’un ara sokaklarına benziyordur. Bana hep uğursuz kara kedi oyununun başrolü kalıyor günün sonundaki o sokaklarda. Halbuki deniz kıyısındaki küçük barınağımda, yapmam denilerek yapılan her şeyden, duyarsızlıklardan ve dünyadan uzak, kimseye hatta kendime bile ilişmeden yaşadığımı yazdığım bir kahvaltı hikayem vardı. Ne ara düştüm herkesin ve o sıfırdan küçük kalabalığının ortasına, hiç bilmiyorum. Lakin bildiğim bir şey var, o da kötüsü olduğum hikâyelerin, evveliyatı muhakkak vardır.
Başıma ne geldiyse, bir kısım burnumuzdan bir kısmı kalbimizden ama çokça kısmı her kalp taşıyanı insan sanmamızdan gelmiştir.
Kahvaltı Hikayeleri