Berk gök gürültüsü ile yerinden fırladı. Sanki yüzüne kocaman bir şamar yemişti. Pencereyi açtığında bir de ne görsün! Kafası olmayan insanlar gördü. Bu tecrübeyi yaşadığında Berk henüz 10 yaşındaydı. Aradan iki sene geçti. Bu kendisine bahşedilen bir hediye miydi, yoksa bir lanet mi? Bunu bilmiyordu; ama emin olduğu tek şey, her seferinde ilk kez yaşıyormuş gibi içinin korkudan titrediğiydi.

Aralıklarla yağan yağmurda, yavaş ve temkinli bir şekilde ilerleyen Tuğrul Bey, Şişhane’ye varmıştı. Aracını Kirzade Apartmanı’nın köşesine park ettikten sonra içeri girdi. Sessiz adımlarla üçüncü kattaki yedi numaralı dairenin kapısını çaldı. İçerden gelen, “Kimsiniz?” sorusuna karşılık, “Merhaba, ben Tuğrul Hoca.” cevabını verdikten sonra kapıyı açan kadın, “Hoş geldiniz Tuğrul Bey, siz şöyle salona doğru geçin, ben Berk’i çağırayım.” dedi. Barok tarzı gösterişli salonda konuşlanan koltuklardan birine geçen Tuğrul Bey, küçük çocuğun salona girmesiyle beraber ayağı kalktı. Kendisine boş gözlerle bakan çocuğa doğru dönerek; “Merhaba Berk, ben Tuğrul Öğretmen. Eğer kabul edersen bundan sonra beraber piyona çalacağız.” diyerek çocuğa doğru bir gülücük attı. Ufak çocuk sessizliğini bozmadan piyanonun başına geçip, tuş takımının örtüsünü kaldırdı. O sırada Tuğrul Bey de çantasından bazı kitaplar çıkarıp eline alarak kuyruklu piyonunun yanına sandalye çekip oturdu. Gök, pimi çekilmiş el bombası gibi patlama anının gelmesini bekliyordu. Tuğrul Bey, “Önce bir gam çalışmasıyla başlayalım, vaktimiz kalırsa eserlere ufaktan bir giriş yaparız.” dedi. Berk, derin bir nefes aldıktan sonra parmaklarını tuşlara götürmek üzereyken gök gürültüsüyle yerinden fırlayarak ağlamaya başladı. Berk’in ağlamasından endişelenen Tuğrul Bey, salonun kapısından dışarı doğru bakıp, “Berk biraz kötü oldu gelebilir misiniz?” diye seslendi. Tuğrul Bey’in sesini işiten Begüm Hanım hızlı ve telaşlı adımlarla koltuğun üzerinde oturan Berk’in yanında geldi. Berk’e sarılıp ne olduğunu sordu. Berk, “Yine o korkunç sesler.” dedi. Berk’i yanına alarak, izninizle Tuğrul Bey, “Berk’i biraz sakinleştirip getireyim.” dedi. İkilinin salondan çıkması ile meraklı bir şekilde beklemeye koyulan Tuğrul Bey, bir taraftan duvarları aile fotoğrafları ve etrafı antika eserlerle çevrelenmiş ihtişamlı salona göz gezdiriyordu. Kadın bir müddet sonra içeri girdi. Aradan geçen zaman yarım saati bulmuştu. Tuğrul Bey endişeli bir yüz ifadesiyle, “Berk nasıl oldu?” diye sordu. Kadın, “Daha iyi, bugün için üzgünüz” diyerek avuçlarının arasındaki zarfı Tuğrul Bey’e doğru uzattı. Ders ücretini nezaketen geri çeviren Tuğrul Bey, “Hoş çakalın hanımefendi, Berk’e selamlarımı söylersiniz.” dedi.

Bir hafta sonra Tuğrul Bey, Kirzade Apartmanı’ndan içeri girip Berklerin kapısını çaldı. Kapıyı Berk’in babası açtı. Salona doğru geçen Tuğrul Bey, Berk gelene kadar piyanonun kapağını açıp çantasındaki kitaplarını çıkardı. “Hoş geldiniz efendim.” diyerek piyanoya ilerleyerek Berk’e doğru dönen Tuğrul Bey de “Merhaba Berk, nasılsın?” diye sordu. “İyiyim” cevabını aldıktan sonra, “Bu hafta bazı notalar getirdim. Bunları seveceğini umarım.” dedi ve elindeki nota kâğıtlarını piyanonun nota tutucu yerine sabitledi. Son derece verimli geçen dersin ardından içeriden gelen sesler ikilinin dikkatini dağıtmıştı. 12 yaşındaki Berk, “Annem ve babam yine benim hangisinde kalmam gerektiği konusunda tartışıyor.” dedi. Tuğrul Bey, “Boşanacaklar mı?” diye sordu. Berk, “Şimdilik hayır.” diye cevap verdi. Tuğrul Bey, “Bazen büyükler arasında ufak tefek sorunlar yaşanabilir.” diyerek geçiştirmeye çalıştı. Elleri hala düşlerin üzerinde olan Berk, Tuğrul Bey’e dönerek, “Bazen üst katımızda oturan Aybüke abla da sevgilisiyle kavga ediyor.” diye devam ettiği esnada Berk’in annesi salona girdi. “Ders bitti sanırım Tuğrul Bey.” diyerek elindeki zarfı koridordaki dresuarın üzerine bırakıp, Berkin yanına geçti. Kitapları ve notları çantasına yerleştiren Tuğrul Bey, kabanını üzerine geçirip Berk’e dönerek, “Bugün işlediğimiz konular üzerinden iki tekrar yaparsın, haftaya görüşmek üzere.” dedi ve evden ayrıldı.

Cumartesi akşamı hafiften atıştıran yağmurun altında yürümeyi tercih eden Tuğrul Bey, Berklerin apartmanının önüne geldi. İçeri girip yavaş adımlarla üçüncü kata doğru çıkmaya başladı. Kulağına gelen bağırtı seslerinden biraz irkilmişti. Merdivenlerden ilerledikçe seslerin dördünce kattan geldiğini anladı. Dinlemeye çalışsa da sesler boğuk geldiği için pek bir şey anlayamamıştı. Berklerin kapısının önüne gelip kapıyı çaldı. Kadın delikten baktıktan sonra kapıyı açtı. Tuğrul Bey, Berk’i piyanonun başında oturur vaziyetle görünce sevindi. Kabanını çıkarıp eline alarak, “Merhaba Berk, seni iyi gördüm.” dedi. Elindeki kabanını sandalyenin üzerine bırakıp bir taraftan da çantasından notlarını çıkarmaya çalışıyordu. Yukarı kattan gelen bağırtı sesleri durmak bilmiyordu. Berk, Tuğrul Bey’e dönerek; “Yine kavga ediyorlar.” dedi. Tuğrul Bey seslerden rahatsız olmasına karşın, “Hadi bakalım Berk, biz piyano çalmaya başlayalım.” dedi. Ders sonunda son eseri de çalan Berk, ellerini piyanonun tuşlarından çektikten sonra Tuğrul Bey’e dönerek; “Size çizdiğim resimlerimi gösterebilir miyim?” diye sordu. “Memnuniyetle.” cevabını aldı. Tuğrul Bey çizimlere baktıktan sonra, “Bazı insanların neden kafalarını çizmedin?” diye sorduğunda, Berk hocanın gözlerinin içine bakarak, “Onlar kötü ruhlu insanlar… Sanırım… Cahiller, bilinçsizler, kaybolmuşlar… Kafaları yok ama kalplerinden kötülük aktığı çok belli.” diye cevap verdi. Tuğrul Bey, “Peki kim bunlar?” diye sorduğunda, “Sokaktan geçen insanlar… Her yerdeler… Şurada çizdiğim apartmana girmeye çalışan kişi de üst kattaki komşumuz Aybüke ablanın sevgilisi” dedi. Yüz ifadesinden Berk’in yardım çığlıklarını anlamamak mümkün değildi. Tuğrul Bey, çizimlere dalmıştı ki salona Berk’in babası girerek, “Nasıl gidiyor hocam? Berk ilerleyebildi mi?” diye sordu. Tuğrul Bey, “Berk… Eee, Berk zeki ve akıllı bir çocuk… Üstesinden gelecektir.” dedikten sonra çayını bitirmeden kabanını giyinip kapıdan dışarı çıktı. Bu esnada sert kapatılan kapı sesiyle birlikte merdivenlerden hızlı adımlarla inen agresif tavırlı adam, Tuğrul Bey’in omuzuna çarparak yanından geçti. Olanlar karşısında üslubunu bozmayan Tuğrul Bey, ay ışığının aydınlattığı sokakta atıştıran yağmur eşliğinde yürüyerek karanlıkta kayboldu.

Yoğun geçen haftanın sonunda pazar günü için arkadaşı ile sözleşen Tuğrul Bey, erkenden yeşilliklerin ortasında bir tarafı göl olan çay bahçesine girdi. Göl tarafına bakan masalardan birine geçti. Ilık bir rüzgâr esiyordu. Etrafı çimen kokusu sarmıştı. Gölün üzerindeki kuğu ailesi yavaş yavaş kalkan sisli nemin kokusunda büyülenmiş gibi dans ediyordu. Önden gelen çayından yudumlarken bir haber ilgilisini çekti. Şişhane’de oturan 25 yaşındaki Aybüke G. isimli hemşire ormanlık alanda ölü bulunmuştu. Bu kadın Berklerin üst kattaki komşusuydu. Okudukları karşısında adeta şok olmuştu. Tüm gün kadının katilinin sevgilisi olması ihtimalini düşünüp durdu. Sonra Berk’in sözleri bir mızrak misali beynine saplandı. Kafası olmayanlar… Kaybolmuşlar… Kalplerinden akan tek şey kötülük…

Kasım ayının son haftasıydı. Hava soğuk ve hafif yağmurluydu. Tuğrul Bey aracını sokağın başına park etti ve Berklerin apartmanına doğru yürüyüp içeri girdi. Merdivenlerden ağır adımlarla ilerledi. Kapıyı Berk’in annesi açtı. Tuğrul Bey, botlarını çıkarıp ayakkabılığa yerleştirdi ve paltosunu da eline alarak salona girdi. Berk koltukta oturmuş kitap okuyordu. Tuğrul Bey’i görünce mutlu oldu. Hemen piyanosunun başına geçti. Ders sonunda Tuğrul Bey, Berk’e dönerek, “Komşunuz Aybüke Hanım nasıl? Onu görebiliyor musun?” diye sordu. Berk, “Annem onu birkaç gündür görmediğini ve tatile gitmiş olabileceğini söyledi.” dedi. “Ama ben buna inanmıyorum. Sanırım siz de inanmıyorsunuz.” diyerek kısa bir bekleyişin ardından devam etti: “Eğer benim görebildiklerimi görseydiniz; gerçek cehennemin uzak diyarlarda değil, bu dünyada olduğunu bilirdiniz…”. Şaşkın bir şekilde Berk’i dinleyen Tuğrul Bey, konunun üzerinde fazla durmadan üzerine giyinip çıkmak için hazırlandı. Berk’in annesi Tuğrul Bey’e dönerek “Tuğrul Bey, biz ailecek iki haftalığına yurt dışına çıkacağız. Berk için bir kar tatili düşünüyorduk. Döndüğümüz zaman size haber vereceğiz.” diyerek onu kapıdan uğurladı. Yavaş adımlarla apartmandan çıkmak üzere olan Tuğrul Bey, önce uzaktan gelen sirenlerin sesini işitti; sonra da mavi kırmızı yanıp sönen ışıkları gördü. Olup biteni anlamak adına bir süre bekledi. Polis ekiplerinin hızlıca apartmandan içeri girdiklerini, yaklaşık 10 dakika sonra da sakin bir şekilde çıktıklarını gördü. İki polis memuru, katledilen zavallı kadının katil sevgilisini ters kelepçeli bir halde polis arabasına doğru götürüyordu. Katil ile Tuğrul Bey bir süre göz göze geldi. Rekabetçi bir bakışmanın ardından sanık polis aracına bindirildi. Polis ekipleri olay yerinden uzaklaşırken Tuğrul Bey kafasını kaldırdı ve Berk’in odasının penceresinden künt bir duygulanımla kendisine doğru baktığını fark etti: “Umarım kafam olması gerektiği yerdedir ve umarım sen de gözlerimin içine bakıyorsundur evlat… Boşluğa değil.” dedi.