Şehrin pek de popüler olmayan antika dükkânında sıradan bir gün. Dükkânın yaşlı sahibi biraz rahatsız. Evde istirahat halinde. Dükkâna bugünlük çok da hevesli görünmeyen oğlu bakıyor. Lakin antika dükkânlarının kaderi de budur. Meraklısı olmayana sıkıcı gelir. Müşterileri spesifiktir. Genelde sessiz sakin yerlerdir. Biraz da basıktır. Dağınık görünür. Sadece sahibi bu kıymetli eşyaların yerlerini avucunun içi gibi bilir. Ve artık eve gitme vakti gelmiştir. Geçici sahip dijital müzik çalarının kulaklığını kulağından çıkarıp cihazı güzelce masaya bırakır, dükkânın spot ışıkları hariç tüm ışıklarını kapatır ve dükkânı kilitleyip kepenkleri indirir. Artık etraf sessiz, loş ve sakindir. E dijital müzik çalar sabaha kadar bu kasvetli ortamda rahat durur mu? Gençtir o… Canı sıkılır… Kanı kaynıyordur onun… Şöyle bir etrafına bakınır. Tüm bu eşyalar ona çok büyük ve yaşlı görünüyordur. Gözüne kestirdiği pikaba bir laf atıverir:

– Hey dostum. Merhaba. Bir bakar mısın? Buradayım… Masanın üzerinde…

– Ha? Kim? Bana mı seslendin küçük dostum? Seni daha önce buralarda gördüğümü hatırlamıyorum.

– Evet evet. Sana seslendim. Ben yeni geldim. Daha doğrusu unutuldum. Ne kadar da büyük görünüyorsun. Sen… Nesin?

– Ben mi? Ben yaşlı bir pikabım. Plakları çalabilen bir aletim.

– Plak mı? Bu şahane. Eee plak nedir?

– Ha ha ha! Plak üzerine kayıt yapılabilen daire şeklinde bir ses depolama birimidir. Ben bu plaklara kaydedilmiş müzikleri çalabiliyorum. Bak tam karşında bir sürü nostaljik plaklar var.

– Ne yani? Sen şu koca cüssenle sadece müzik mi çalabiliyorsun? Hem de şu kaba, kocaman daireler sayesinde? Ben bunu senin binde birin bile olmayan şu halimle yapabiliyorum. Hem de herhangi bir nesneye ihtiyaç duymadan. Dijital hafızam sağ olsun.

– Bak sen şu ukalaya? Anladığım kadarıyla sen de benim gibi müzik çalarak insanları eğlendiriyorsun. Peki, bunu nasıl yapıyorsun?

– Dijital dünyaya hoş geldin dostum. Bak… Artık analog devri kapandı. Çok üzgünüm. Sizin çağınız sona erdi. Şimdi her şey 1-0-0-1-0-1-1-0-0-1. Anladın mı?

– Pek sanmıyorum.

– Neyse boş ver. Bir adın var mı?

– Addan kastın marka ise 1967 yapımı orijinal bir Forland’ım. Menşeim Birleşik Krallık. Peki ya sen?

– Bana kısaca MP3 çalar derler. Aslında sadece MP3 değil, daha birçok formatta müzik dosyası çalabiliyorum. Ama ne bir adım ne de bir markam var. Dandik lanet bir Çin malıyım.

– Gerçekten inanılmaz. Şu köşedeki müzik kutusunu görüyor musun? Kendisi para ile plak çalabilen otomatik bir pikaptır. Jukebox da denir. Benden çok daha gelişmiş bir sistemdir. Kırk yıl düşünsem teknolojinin bu noktadan daha ileri gidebileceğini hayal bile edemezdim.

Bu esnada kendinden bahsedildiğini duyan yaşlı Jukebox içinden “Lanet olsun kesin artık. Burada uyumaya çalışıyoruz.” diyerek homurdanır. Yaşlı pikap devam eder:

– Peki, ne tarz müzikler çalabiliyorsun? Repertuarında kimler var?

– Sahibim ne yüklerse. Adamım ben tam bir sınırsız eğlenceyim. Hem artık müzik yapmak çocuk oyuncağı. Herkes yapabiliyor. Bunun için dijital programlar var. Tamamıyla otomatik. Herhangi bir müzik bilgisine de ihtiyacın yok. Ve ben hepsini çalabiliyorum.

– Nasıl yani? Peki ya his, duygu, tonlar, notalar, insanı uçsuz bucaksız diyarlara götüren o şarkı sözleri?

– Ne demek istediğini tam anlayamadım? Ama boş versene… Şunu dinle adamım. Tam bir tekno şöleni.

– Yoo hayır küçük dostum. Bu müzik değil ki. Beatles, Frank Sinatra, Miles Davis, Ray Charles, Led Zeppelin, Elvis Presley ve daha niceleri. Hiçbirini duymadın mı?

– Hayır.

-Şu an hangi ülkedeyiz?

– Türkiye sanırım.

– Peki ya Ajda Pekkan, Zeki Müren, Cem Karaca, Erkin Koray?

– Maalesef. Hiçbirini tanımıyorum.

– Bak şu an pikap iğnemin ucunda bir plak var. Senden bu eseri dikkatlice dinlemeni istiyorum.

– Aman Allah’ım. Bu şu ana kadar dijital hafızama kazınmış dinlediğim en güzel şarkı. Hele o plaktan çıkan ve buram buram nostalji kokan çıtırtı sesleri yok mu? Gerçekten beni benden aldı. Tam bir kalite… Tam bir duygu seli… İtiraf etmeliyim ki seni fazla küçümsemişim yaşlı kurt. Senden bu kadarını beklemezdim doğrusu.

– Bunun benimle bir alakası yok küçük dostum. Ben sadece bu eserleri insanlara çalan şanslı bir aracıyım. Şanslıyım, çünkü müziğin gerçekten müzik olduğu dönemlere denk geldim. Bir daha asla yapılamayacak nitelikteki kayıtlara, albümlere, seslere tanıklık ettim. Nice klasikler pikap iğnemin ucunda sese geldi. Nice nostaljik eserleri hem dinledim hem de dinlettirdim. Sayemde insanlar bazen eğlendiler, bazen güldüler, bazen de ağladılar. Ve gerçek müziği sonuna kadar iliklerinde hissettiler. Onun tadına doyasıya vardılar. O altın çağı bizlere yaşatan müzik dehalarının birçoğu artık aramızda değil maalesef. Bugün yapılan tüm bu saçmalıklara sizler müzik mi diyorsunuz? Hayır, küçük dostum. Müzik yıllar önce yapıldı. Şimdikiler sadece bir çırpıda tüketilen ticari, hissiz birer gürültüden ibaret…

Yarı uykulu vaziyette tüm bu konuşmalara şahit olan yaşlı Jukebox bir anda dile gelir:

– Lanet olsun Forland. Seni yaşlı kurt. İşte bu sözlere kalıbımı basarım. Çok doğru söyledin.

Jukebox’a kartuşunun ucunda iğne takılı pikap kolunu yukarı aşağı sallayarak teşekkür eden Forland, genç MP3 çaların tuhaf sesler çıkarması üzerine sorar:

– Bu arada sen ne yapıyorsun?

Genç MP3 çalar, huzur dolu bir ses tonuyla cevap verir:

– Hiçbir şey. Sadece dijital hafızamı formatlıyorum…

Meryem Kıyak